Marka Düşkünlüğü
Marka
Düşkünlüğü
Gitgide artan bir şekilde kendini gösteren
tüketim çılgınlığı marka düşkünlüğü ile beraber kendini gösteriyor. Belli
markalarda ürünlere sahip olmak günümüzde bazı kesimlerde (artık neredeyse her
kesimde) sosyal çevremizdeki değerimizi belirler hale geldi. Artık okullarda
çocuk ve ergenlerin o sırada moda olan bir markada bir ayakkabı ya da monta
sahip olmadığı için dışlandığını bile duyuyoruz. Bu bazılarınıza inanılmayacak
bir şeymiş gibi gelebilir ancak bazı çocuklarımızın gerçeği bu. Sadece çocuk ve
ergenlerle sınırlı değil bu durum elbette. Birçok yetişkin de aynı girdapta
boğulmakta. “Girdap” diye olumsuz bir şekilde nitelendirme sebebim aslında asla
doyuma ulaşamama gerçekliği. Neredeyse sınırsız bir zenginliğe sahip olmadıkça
hep “biraz daha fazla”sı olacak aklımızda ve doyum mümkün olmayacak. Bir yandan
da çok çok zengin kişilere bakarsak onların da başka arayışlara girdiği
görülüyor. Kişi (yaşı ne olursa olsun) kendini sahip oldukları ile tanımlayıp
kendine buna göre bir değer biçtiğinde bu girdaba kapıldığı söylenebilir.
Elbette şu ayrımı yapmak da kritik: Sahip olduğu bazı şeyleri belli markalardan
almayı tercih etmek ancak bunun olmazsa olmaz bir halde olmaması, kendini sahip
oldukları dışında da aynı değerde görme durumunda bu kişiye marka düşkünü
denemez. “Düşkünlük” ifadesini de özellikle kullanıyorum çünkü tam olarak nasıl
bir acziyet durumu olduğunu iyi bir şekilde yansıttığını düşünüyorum.
Peki, nasıl bu
tuzağa düşüyoruz?
Sosyal çevremizdeki kişiler tarafından
takdir görmek ve beğenilerini kazanmak hepimizin bir dereceye kadar ihtiyacı.
Bu ihtiyaç göz ardı edilemez (Maslow'un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi”nde
“Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)” yer
alır. Burada söylemeye çalıştığım bu tuzağa bir gruba ait olma adına yapıyor
olabileceğimiz.). Mensubu olduğumuz sosyal grup dış görünüme, sahip
olduklarınıza ne kadar önem veriyor ise siz de yaklaşık aynı ölçüde önem
vermeye başlayabilirsiniz. Nasıl ki entelektüel birikimin, genel kültürün
önemsendiği bir gruba mensup kişi kendini sürekli bu yönde geliştirmeye
çalışıp, önceliğini bu yönde kullanabiliyorsa aynı şekilde farklı sosyal
gruplar da farklı şekillerde üyelerini şekillendirir. İddiam dış görünümün veya
sahip olunanların hiç önemli olmadığı ve sadece düşünce ve kültürel birikimin
önemli olduğu değil. Özellikle dış görünümün insanlar üzerinde ne kadar etkili
olduğu birçok sosyal psikoloji deneyinde ispatlanmıştır.
Tehlike çanları
ne zaman çalmalı?
Kendimizi değerlendirmemiz için şu
soruları kendimize sorabiliriz:
- Aldığınızın hemen hemen her şeyin ünlü bir
markanın ürünü olmasına dikkat eder misiniz?
- Görüp beğendiğinizin bir ürünün pazardan veya
bilinmedik bir mağazadan alındığını öğrendiğinizde gözünüzdeki değeri
azalır mı?
- Gördüğünüzde hiç beğenmediğiniz bir ürünün önemli
bir markanın tasarımı olduğunu öğrendiğinizde “Aslında güzelmiş.” diye
düşünmeye başlıyor musunuz?
- Kaliteli ama ünlü bir markanın ürünü olmayan bir
ürünü mü yoksa daha kalitesiz ama ünlü bir markaya ait bir ürünü mü tercih
edersiniz? (örneğin kaliteli bir kumaştan markasız ürün ve kalitesiz
kumaştan bir marka ürün).
- Pahalı kıyafetler, aksesuarlar ile daha iyi
hissediyor musunuz?
- Sizi maddi olarak sarsacak da olsa ünlü bir
markanın ürününü almayı planladığınız/aldığınız oluyor mu?
- Kazancınızın ne kadarını lüks eşyalara
harcıyorsunuz?
- Çevrenizdeki kişilerin sahip olduklarınız olmasa
da size aynı değeri vereceğini düşünüyor musunuz?
- Yeni tanıdığınız bir kişinin çok parasının
olduğunu, marka kıyafetleri olduğunu, lüks araba ve evlere sahip olduğunu
öğrenmeniz gözünüzde o kişiye değer katar mı?
- Sahip olduklarınızı çıkarırsanız kendinize hangi
özellikleriniz ile değer verirsiniz? Değeriniz önemli ölçüde azalır mı?
Bu sorular yalnızca kendimizi sorgulamamız
için yardımcı olabileceğini düşündüğüm örnekler. Yani bu sonucu olan bir test
veya değerlendirme aracı değil. Bu soruları okurken bir yandan dürüstçe cevap
vermeye çalışırsanız ve kendinizi biraz kaptırmış olduğunuza karar verirseniz
oturup düşünmenin zamanı gelmiş demektir. Sahip olduklarınızın sizin
hayatınızda ne gibi bir rolü olduğunu sorgulamak ve bu rolün başka ne gibi
şeylerle doldurulabileceğini düşünmek yardımcı olacaktır.
Sahip olduğunuz şeyleri (maddi olarak)
kaybettiğinizi düşünmek elbette hoş bir duygu uyandırmayacaktır ancak tam bir
felaket gibi mi geliyor size? Kendinizi eksik hissetmenize yol açar mı bu
kayıplar? Eğer bu kadar düşkünleştiğinizi fark ediyorsanız kendinizdeki başka
değerleri hatırlamak gerekebilir. Maddi olanakların anlamını sorgulamak ve
sizin için ne amaca hizmet ettiğini bulmaktır önemli olan. Bu noktada aklınıza
Fight Club (Dövüş Kulübü) gelmiş olabilir. Elbette filmdeki gibi bir davranışı
(Filmi izlememiş olanları düşünerek üstü kapalı olarak bahsediyorum.)
destekleyecek kadar uçta bir önerim yok. Hatta maddi olanaklar yarattığınız
başka değerleri desteklemek adına çok da önemli olabilir. Maddi olanaklar
projelerinizi gerçekleştirmenize yardımcı olabilir; hobilerinizi sürdürmenize olanak
tanıyabilir; başkalarına yardımcı olmanızı mümkün kılabilir; hayatınızı birçok
anlamda kolaylaştırabilir. Fakat tehlike, kendinizi bu olanaklar ile
tanımladığınız ve (klişe bir tanım olsa da) “sahip olduklarınızın size sahip
olduğu” noktada başlıyor.
Bu yazı bu konuda yazılmış ne ilk ne de
son yazıdır. Bu konuda yazma isteğim zaman zaman unuttuğumuz, unutmayı tercih
ettiğimiz düşkünlüklerimizden biriyle yüzleşme ve bu anlamda belki de ilk adımı
atabilmeyi mümkün kılma ihtimalinden ileri geliyor. Otomatik pilota bağlanmış
bir şekilde takılıp gidiyorsak eğer sahip olunan/olunacak şeylerin peşinden
bunu fark etmeye hizmet edecek her cümle değerlidir kanımca.
Bu yazının bir kişide bile olsa bir
değişime önayak olması dileğiyle,
Sevgiler,
Uzm. Psk. Mine Hasırcı